BANKACILARDA CAM TAVAN SENDROMU!

Hanife Serter Fişek, on binlerce bankacının adeta pençeleştiği ve hayatını karartan CAM TAVAN SENDROMU’nu ele aldı. 
“İnsanların Güvenini kaybetmektense, para kaybetmeyi tercih ederim .” sözü ünlü ve yabancı bir beyaz eşya markasının sahibinin imzasıyla bir dönem  reklamlarda kullanılmış.
” Güvenin ” paradan daha önemli olduğuna dikkat çekerek, belki de o dönem bu markanın yeni girdiği Türkiye piyasasındaki en güçlü yerli  marka rakibine karşı satışlarını farkedilir oranda arttırmıştır.
Bankacılık sektöründeki bazı markalar ise günümüzde adeta bu sözün tersini savunurcasına  ” Para kaybetmektense, insanların güvenini kaybederim daha iyi..” mesajını veren tercihler ve uygulamalar içine girmektedir.
Ucuza maledilmeye çalışılan güvenlik sistemleri de , insan kaynakları da müşteri tarafından bu şekilde algılanmaktadır. Her ne kadar hızla değer erozyonuna uğramış bir toplum olsak da, ” güven duyma isteği” her zaman insanların en temel meselesi olmaya devam edecektir. Bu konu müşteriler için de, çalışanlar için de böyledir.
 ÖĞRENİLMİŞ ÇARESİZLİK
Bu durumu ilgili üst yönetimlere ilettikten sonra gelelim çalışanlara . Yazının başında bahsettiğim ünlü sözü ben günümüzde özellikle Bankacılar için ” Özgüveni kaybetmektense, işi kaybetmeyi tercih ederim.” Olarak değiştirmek isterim.
İş dünyası ile ilgili makalelerde sık sık kullanılan “ öğrenilmiş çaresizlik” ( hiçbir şeyi değiştiremem) , “cam tavan sendromu” ( istesem de bir noktadan sonra yükselemem) ,  hiç uygulamayan B Planı ( bu işi sürdürmek zorundayım, daha iyisini yapamam ) …gibi  anlayışların temelinde ” özgüven eksikliği” yatar. Özgüvenini kaybetmek ise işi kaybetmekten çok daha tehlikeli bir durumdur . Çünkü özgüven eksikliği insanı ” köleleştiren” , sorgulamadan itaate sürükleyen, adeta mecburi biata zorlayan bir duygu  durumudur. ( Çıkarları için biat edenler bu kapsam dışıdır. )
 ÖZGÜVENİ YOK ET!
Bazı Bankaların kurumsal ve sistematik olarak sürdürdüğü bazı uygulamaların ise sırf bu amaca yani çalışanın özgüvenini törpülemeye hizmet ettiğini düşünürüm .
 Örneğin;
Çalışanları akşam geç saatlerde, sabah mesai öncesinde, hafta sonu tatillerinde hesap sormak için bazen yüzlerce kilometre uzaktaki illerden, ilçelerden  Bölge’ye “ davet etmek(!)“, yani iletişim teknolojisinin bu kadar geliştiği bir çağda fırça çekmek için ayağına çağırmak, ( Değer vermeme)
Çalışanın Ziyarete gittiğini beyan ettiği müşterileri  arayıp ” Geldiler mi gerçekten ?” diye sorup onları kontrol etmek, ( Güvenmeme)
 Önce “ Kaç adet bilmem ne sattınız, hemen cevap bekliyorum ?” diye mail atıp , dışarda müşteri ziyaretinde olduğu İçin Mail’i görmeyenlere “Mail’lerine neden bakmıyorsun , takip etmiyorsun ?” diye fırça çekmek , ( İlla eksiğini bulmak)
 Bundan kısa bir süre sonra  tekrar mail atıp ” Şu anda bu Mail’i okuduğunuza göre şubede olduğunuzu ve müşteri ziyaretine çıkmadığınızı görüyorum,  hemen ziyarete çıkın..” tadında ” Seni yakaladım” psikopatlığında Mail’ler atmak,
 Yıllık izin kullanmak isteyenlere ” Hedefleriniz tuttu mu ki izne çıkıyorsunuz?” gibi sorular sormak, (yeterince çalışmadın, izni haketmiyorsun mesajı vermek )
Çalışanın başarılı olduğu , iyi yaptığı işleri görmezden gelip , sürekli olarak eksik olan , yetersiz bulunan kalemler üzerinden onu eleştirmek , yeterince iyi değilsin , başka yerde de işe yaramazsın zaten, benim verdiğim işe şükret, başka işlere heveslenme, beceremezsin, otur oturduğun yerde mesajını vermek…..
Kısacası her türlü iletişimde , muamelede çalışanın güçlü yönlerini yok sayıp, Ona kendini yetersiz ve değersiz hissettirmek ve bu yolla Onu elde tutup, istediği her şekilde kullanmak.
 Tüm bunlar kurumların, Kurum Bağlılığı yerine Kuruma Bağımlılık, Güven Duyma yerine , aşırı kontrol, Takdir etme yerine, kusur arama derdinde olduğu mesajını sahaya vermektedir. En tepelerde İnsan Kaynakları ve Personel Yönetimi konularında söylenen süslü sözler, şık fotoğraflar bir yana, sahada hissettirilen budur.
SİZ HİÇ KİMSESİNİZ!
Bu tür uygulamaların farkında olmakta, özgüveniniz üzerindeki etkilerini sorgulamakta ve kendi değerinizi bu sözlerle ve yaklaşımlarla ölçmemekte fayda vardır. Özgüveninizi kaybetmediğiniz sürece yeni şeyler denemek ve başarmak için içsel güce sahipsiniz demektir.
 Özgüven;  içinizdeki o gücün farkında olmak , güçlü yönlerinizi, yeteneklerinizi, becerilerinizi bilmek, kullanmak, zayıf yönlerinizi hem bilip hem yönetebilmek ile ilgilidir .
Güçlü yönünüz satış beceriniz ise bunun farkında olun ve unutmayın dışarıda satılacak bir çok ürün var,
Güçlü yönünüz iletişim becerinizse unutmayın doğru iletişim her kapıyı açar,
Güçlü yönünüz iş disiplininiz, titizliğiniz, takipçiliğiniz ise unutmayın bu her işte işe yarar…
“Benim güçlü yönüm kalmadı ki, gücümü tükettim “ diyorsanız, özgüven seviyeniz beklenen seviyenin altına düşmüş demektir. Size sizi hatırlatacak, sizdeki potansiyeli ortaya çıkaracak Profesyonellerden destek almaktan çekinmeyiniz.
Unutmayın ki Özgüven deponuz dolu olduğu sürece, dilediğiniz kadar uzaklara gidebilirsiniz.
 Hanife Fişek Serter