KİM BU BANKANIN CELLATLARI?

Plazaların en yüksek katlarında zevk-i sefa içinde yaşayanlar var. Sahada karın tokluğuna ( ya da biraz fazlasına) işi için koşturanlar. Bir de onların arasında kalmış, yaptığı iş tarihteki cellatların  yaptığı işe benzeyen kelle koparıcılar.
Osmanlı zamanındaki cellatlarla ilgili kan dondurucu bilgileri okurken, modern çağın iş hayatındaki işleyişler ile ne kadar  da benzeştiği dikkatimi çekti . Görev dağılımları , kişilik özellikleri ve akıbetler ne kadar da eş. Görev verenler, eziyet edenler, kelle koltukta gezenler, başı ile bedeni birbirinden ayrı gömüldüğü için bütünlüğünü kaybeden cesetler. Günümüz iş hayatının, plaza oyunlarının da acı gerçekleri bunlar.
KİM BUNLAR?
Arapça “celd” (kamçı ile vurma ) kökünden gelen, “eziyet eden, cezalandıran” anlamında kullanılan bir kelime ve idam cezalarını infaz eden kişilere verilen ad. Cellat. Günümüzün mobbingci , eziyetçi yöneticileri, insanların idam fermanını imzalar gibi iş akdi fesih yazılarını imzalayan bölge ve İK Müdür’leri ..
Peki iş hayatının, özellikle de beyaz yakalıların bu modern cellatlarının tarihteki cellatlar ile ortak noktaları neler ?
Bu cellatların ortak noktası  hem sağır hem de dilsiz olmalarıdır. Sizinle konuşmazlar , konuşsanız da dinlemezler, duymazlar. Cellat olacak kişilerin işe başlamadan önce dillerinin kesildiği gibi kesilmiştir dilleri. Günümüzün iletisim özürlü, konuşmayan ve anlamayan, hiç sorgulamadan sadece denileni yapan emir kulları, yöneticileri, Müdür’leri , İK’cılarıdır onlar.

Bu sağırlıkları işlerine yarar  cellatların. İdam ettikleri, yani işten attıkları şahsın son çığlıklarını duymaz  ve yaptığı işten olumsuz yönde etkilenmezler.

Cellatların arasındaki rütbeler gibi farklı  rütbeleri vardır işten atanların. Örneğin devlet adamlarının idamı söz konusu olduğunda bunu sıradan bir cellatın değil, cellatbaşı ismindeki bostancıların liderinin gerçekleştirmesi gibi, işten atılacak kişinin ünvanına göre değişir bu işi kimin bitireceği, Nasıl bitireceği.
ALTTA KALAN ZAVALLILAR
Vezirler, sadrazamlar, devlet adamları genellikle boğdurulurken, sıradan şahısların kılıçla başlarının vurulmasına benzer plazalardaki infazlar. İşten atılan GMY ise üstüne yüklü tazminatlar verirler. En alttakiler giderken kıdem tazminatını zor alır. Eski zamanlardaki gibi, en üst makamların idamı bile temiz iştir. Altta olanların bedeni de ruhu da daha çok kanar.
Hanedan mensuplarının kanı akıtılmaz, kutsaldır. Onlar boğdurularak idam edilirler. İşten atılan patrona yakın bir CEO ya da GMY ise onlara başka sektörlerde, başka holdinglerde başka kapılar açıverirler .
Mağdur edilmezler.
Tarihte “performans yetersizliğinin ” bedelini en ağır ödeyenlerden biri de Merzifonlu Kara Mustafa Paşadır.  10. Viyana kuşatmasındaki başarısızlığı nedeniyle padişahın gazabına uğramış başı kesilip bozulmasın diye bir bal torbasına konularak payitahta gönderilmiştir. Cellatı kimdir, kimse bilmez. Cellatları kimse tanımaz. Adını anmaz. Hatta Cellatların pek çoğunun mezarlarında  bile isimleri yazılı değildir; doğum tarihleri vb. hiçbir bilgi mezar taşlarında yazmaz. Buradaki amaç ise zaten dua alamayan cellatların üstüne bir de ismi üzerinden beddua almamalarıdır. Aynı zamanda cellatların yakınlarının da hayatı bu şekilde korunmak istenmiştir.       Cellatların mezarları da şehrin en ücra yerlerindendir çünkü halk  cellatların mezarlarını dahi yakınlarında görmek istemez.
AHLAKSIZ BİR FESİH YÖNTEMİ
Günümüz iş akdi feshi uygulamaları da tarihten esinlenmiş gibi. Bir akşamüzeri ansızın gelen telefonla huzura davet edilenlerin akıbeti de tarihteki idamlara ya da sürgünlere benzer.
Osmanlı döneminde idamına hükmedilen kişi, bir bahaneyle saraya davet edilir, Arz Odası’nda huzura çıkartılırmış. Padişah iki elini şaklatıp “Bostancıbaşı” diye gürlediğindeyse davetli, bunun hayatındaki son davet olduğunu anlarmış. Osmanlı’da saraya davet, bazen ölüme davet anlamına gelirmiş. Sadece padişah tarafından atanan ve başka hiç kimseden emir almayan Bostancıbaşı, cellâtların âmiriymiş.
Evliyâ Çelebi’nin Seyahatnamesinde “Billah hiç birinin çehresinde nur kalmamış zehir gibi âdemlerdir” diye bahsettiği Meydân-ı Siyâset Ustaları’nın ne iş yaptıkları bilinse de, bilinmeyen pek çok yanları varmış.
Mahkûmlar sonlarını, Bostancıbaşı’nın getirdiği kadehin renginden anlarlarmış. Eğer şerbet, beyaz kadehle gelmişse affedildiğine, kırmızı kadehle gelmişse idam edileceğine işaretmiş. İdamdan affedilmenin karşılığı ise sürgünmüş.
Cellâtlar, Müslümanların kesik başlarını cesedi sırt üstü yatırarak koltuğunun altına koyarlarmış.  Bu yüzden devletin üst düzey Müslüman görevlileri arasında, “Kelle koltukta geziyoruz” ifadesi çok kullanılırmış.

Modern çağın kelle koltukta gezen beyaz yakalı yöneticileri, o daveti alacak olmanın, o kadehteki zehri tadacak olmanın korkusu ile yaşıyor şimdi her günü. Bu korku ile yaşamak ölümden beter . Kellesi koparılmışların bazısı ise canlı cenazeler gibi dolaşıyor hala etrafta. Şuursuz ve mutsuz.

Neyse ki benim gibi, kellesi koltukta da olsa aklı başında kalanlar da var. Cellatların korkulu rüyası hayaletleriz biz. Yapılan her haksızlığı takipteyiz. Çünkü haksızlıklar unutulmaz. Haksızlık yapanlar, boş yere kelle alanlar, tıpkı tarihteki gibi, gün gelir, bedelini ağır öder.