Saman alevi rallisi bitti mi?

Piyasalardaki  iyimser hava bitti mi? Döviz ve borsa  ne olacak? İşte paraya dair en son yorum usta hazineci Erden Armağan Er’den.
Hatırlayacağınız üzere, İstanbul seçimlerinin ardından yayınladığımız 01.07.2019 tarihli, https://www.paramedya.com.tr/devami/38085/saman-alevi-rallisi başlıklı yazımızda, enflasyonda yaşanacak baz etkili düşüşlerin ve FED’in çeyrek puanlık faiz indiriminin TCMB’nin kısa vadeli faizlerde indirime gidebilmesi için bir fırsat yarattığını ve bu fırsatın TL Varlıklarda kısa vadede iyimser bir ortama neden olacağına ilişkin öngörülerimizi paylaşmıştık.
01 Temmuz tarihli yazımızda kabaca; “enflasyonun ilk etapta Haziran-Temmuz’da %15-16 ( Gerçekleşme: Haziran TÜFE 15,72-Temmuz TÜFE 16,65)’lara, Eylül Ekim aylarında da %10-11 mertebelerine kadar geri çekilebileceğine, Tahvil Faizlerinin %17-18 seviyelerine ve Bist-100 Endeksinin de 100-105 bin aralığına, USD/TL kurunun da 5,80 seviyesini aşağı kırmasıyla birlikte ilk etapta 5,66 ve burasının da altına sarkması durumunda da 5,50-5,60 bandına gerileyeceğine dair tahminde bulunmuş ve bu iyimserlik sürecinin zaman kazandırabileceğini ancak yeni olumlu bir trende dönüşmeyeceği” iddiasında bulunmuştuk.
Ağustos ayının son haftasında bulunduğumuz bu günlerde tahminlerimizin üç aşağı beş yukarı gerçekleştiğine ve “saman alevi” metaforuyla adlandırdığımız sürecin geri döndüğüne şahit olmaktayız. Ulusal ve uluslararası piyasalarda öylesine hızlı bir süreç yaşanıyor ki, bugün söylediklerimiz ve yazdıklarımızı kısa aralıklarla güncellenmek ve ileriyi daha net görebilmek adına yenilemek durumunda kalıyoruz.
ULUSLARARASI GELİŞMELER ÖNEMLİ
Bu gün itibariyle geldiğimiz noktada USR/TL kuru 5,80’ni yukarı yönlü kırmış durumda. Bist-100 endeksi 96 bin seviyelerinde yönsüz bir biçimde dalgalanmakta ve tahvil faizleri %15 seviyelerini gördükten sonra %17 seviyelerinin bir miktar altında işlem görmektedir. Mevcut seviyeleri veri olarak kabul ederek analizimize devam edelim. Ulusal ve uluslararası konjonktür ciddi dalgalanmalar göstermektedir. Bu durum hem içerde hem de dışarıda çok ciddi belirsizlikler zincirinin devamı olarak görünmektedir ve kısa zamanda da durulması beklenmemelidir.
ABD-ÇİN Ticaret savaşlarının ve jeopolitik risklerin ne yönde evrileceği kestirilememektedir. Avrupa durgunluktan kurtulamamakta, ABD-Çin arasındaki ticaret gerginlikleri arttıkça Çin Yuanı değer kaybetmekte ve diğer Gelişmekte Olan Ülkeler (GOÜ)’de ulusal paralarının değerini düşürmektedir.
Eller Gider Mersin’e Biz Gideriz Tersine
Bizde ise durum biraz farklı TCMB ve Hükümet TL’nin değerini yurtdışının aksine yüksek tutmaya çabalıyor. Anlaşılan faizlerde yılsonuna kadar da “genişlemeci bir Para Politikası” izlenecek zira Cumhurbaşkanı faiz indirimlerinin devam edeceğini daha önce ilan etmişti. Mesele Eylül ayında kaç baz puanlık indirim yapılacağı meselesi bundan sonra. TCMB’nın TL Swap piyasasında %15’den bankalara TL verdiği düşünülürse, gerçekleşecek faiz indirimi de kendiliğinden ortaya çıkmış oluyor zaten. Belki 475 baz puan tek seferde yapmasa bile en az 300 baz puanlık indirim yapılacağını söyleyebiliriz.
Faiz indirimi adımı,  diğer GOÜ Merkez Bankaları  indirime giderken pek bir sıkıntı yaratmıyor, asıl sıkıntı indirim adımlarının çok iri olmasında ve aynı zamanda döviz fiyatlarını  da aşağıda tutma inadında. Dış Ticarette rekabet halinde olduğumuz ülkeler kendi ürünlerini bizden daha ucuza satabilme olanağına sahipler, alıcı ülkeler neden bizden aynı malı daha pahalıya alsınlar ki? Dolayısıyla ihracatın büyümeye katkısı bu yüzden artamıyor. Temmuz, Ağustos aylarında turizm gelirlerinin artması bir nebze ülkeye döviz girişini arttırdı. Tüketim artmadığı ve talep düştüğü için ithalat hızlı geriledi ve dış ticaret dengesindeki açık biraz daha daraldı. TCMB da bu sayede dövize kamu bankaları aracılığıyla baskı kurarak kuru sabit tutmayı becerebildi. Peki bu iyi bir şey mi? Elbette hayır ( neden olmadığını daha önceki yazılarımızda açıklamıştık ). 2019 2Ç’de de gördük ki % -1,5 küçülme ile birlikte son 3 çeyrek küçülme ile kapanmış oldu. Fakat dedik ya, yurtdışında ve yurt içinde belirsizlikler o kadar fazla ki yine de kur USD’de 5,80 seviyesinin üzerine çıkmayı başardı. Üstelik TCMB ve Kamu Bankalarının baskılama çabalarına rağmen.
YANLIŞ İLİKLENEN GÖMLEK
Ekonomi Yönetimi her ne kadar cari fazla vermemizi davul zurna eşliğinde kutlamamızı bekliyor olsa da, alttan alttan ekonomiyi büyütmeye yönelik genişleyici adımlar atmaya devam ediyor. Malum başarılı sayılabilmeleri için iktisadi faaliyetlerin “artı değer” yazması gerek. Faizlerde gerçekleşen 425 baz puanlık indirimin devamının bu ay da gelmesini bekliyoruz. Kamu bankaları öncülüğünde gerçekleşen “Aylık 0,99 Faizli Konut Kredisi Kampanyaları” da inşaat müteahhitlerine kaynak olarak sunulmuş gözüküyor. Fakat gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince sonrakilerin doğru olmasını beklemek de aşırı iyimserlik oluyor haliyle. Kanımızca iktidar “ekonomik büyümeyi” sağlamanın yolunu yanlış seçmiş durumda. İşin kötüsü bunun farkında da deği.
Uygulanan Genişlemeci Politikalar Yanlış Mı?
Neden yanlış politikalarla büyümeye çalışılıyor biraz açalım. Şimdiye kadar açıklanan önlemlere dikkat ederseniz hepsi” üretim ya da satışları arttırmaya” yani “arz”ı desteklemeye yöneliktir. Faizlerin indirilmesi, işletmelerin faiz maliyetlerini aşağı çekmeye dönük bir önlem. Döviz kurunun baskılanması bu da ithalat maliyetlerinin dolayısıyla girdi maliyetlerini düşük tutma çabası ve döviz kredisi borçlarının ödenebilir düzeyde tutmanın telaşı. Ücretler enflasyonun çok çok altında arttırılıyor. İşçiye, memura ve emekliye gerçekleşen enflasyonun üçte biri oranında artışı layık gören yönetim, kendi ücretlerine oldukça cömert davranıyor ve harcamalarını kısmak gereği hissetmiyor. Bu durumda enflasyonla mücadelenin en önemli kısmı olan “beklenti yönetimi”nde kendi ayağına sıktığını göremiyor.
Destek Doğrudan Tüketiciye Verilmeliydi…
Peki bu önlemler etkili olabiliyor mu? Tabii ki hayır, çünkü bütçedeki açık yılın ilk 6 ayında yıllık hedefi aştığı gibi, daha da artmaması için elektriğe, doğalgaza, akaryakıta sürekli zam yapıyor ve haliyle bir taraftan maliyetleri arttırmamak adına bazı önlemler alınırken diğer yandan kamu mallarına yapılan zamlarla üretim daha pahalı hale geliyor. Sonuç alınan önlemler birbiriyle çeliştiği için bir işe yaramıyor. Diğer yandan ücretlerde yaşanan düşük oranlı artışlar çalışanların satın alma gücünü %50’ye yakın azalttığı için, faiz indirimleri yoluyla tüketim yapacağı öngörülen geniş halk kesimlerinin tüketimi yarı yarıya azalıyor ve  Milli Gelirinin %60’ı tüketime dayalı olan ekonomimizin büyümesi sadece “DUA”lara indirgenmiş oluyor. Hal bu ki, bu tarz bir ekonomide öncelik tüketici kesimin desteklenmesi olmalıydı. Borçlar yapılandırılacak idiyse işe “Tüketici Kredileri ve Kredi Kartı Borçları”ndan başlanmalıydı. Bu destek faizlerin inmesi ile değil ücret artışları yoluyla sağlanmalıydı. Evet belki bu tercih  enflasyonu arttırırdı ama en azından büyüme konusunda mesafe almak mümkün olurdu. Döviz kurunu baskılamak yerine diğer GOÜ’lerin yaptığı gibi, TL’nin değer kaybına müdahale edilmemeliydi ki bu sayede ihracatta rekabet gücünü korumak imkanı elde edilebilirdi. Gelinen noktada farklı sonuç alınmadığı gibi, işsizlik, enflasyon, bütçe açığı kalemlerinde git gide kötüleşen bir tablo ile karşı karşıyayız. Üstelik indirilen faizler, vatandaşa adeta “Kredi Al sonra da git bu kredi ile döviz al” demekten başka bir işe de yaramamış gibi görünmekte.
Bundan Sonra Neler Olabilir?
Baştan söyleyelim, olumlu ve iyi bir seyir beklemiyoruz. “Dolarizasyon” azaltılamadığı gibi aksine yükseliyor. Enflasyon başta olmak üzere, bütçe açığı, işsizlik ( yaz da bitmek üzere tarım ve turizmde istihdam mevsimsel nedenlerle azalacak ), büyüme(2. Çeyrek büyümesi de negatif ), cari açık ( yıl sonu dış borç ödemeleri ve stok amaçlı ithalat talebi ile döviz ihtiyacı artacak ), tüm bu makro ekonomik gelişmeler, para , mal ve hizmet fiyatlarını olumsuz etkileyecek. Bütçedeki açık yeni borçlanma ( iç dış borçlanma iç piyasadan karşılanacak ) ile finanse edileceği için “Tahvil Faizleri” yükselecek gibi görünüyor. Ara malı ve hammadde maliyetleri de yükseleceği için karlılıklarda düşme yaşanacağı kaçınılmaz. Tüm bu Para Politikası ve Maliye Politikası önlemleri bize gösteriyor ki, geçmiş yıllarda yaşanan ekonomik daralmaların aşılmasına yardımcı olan önlemler artık bir işe yaramıyor. Ezberlerinde hala eski yöntemleri barındıran idarecilerin yürürlüğe koydukları tedbirler, işe yaramak bir yana kötüye gidişi hızlandırdığı görüldükçe de, kriz derinleşiyor.
Vatandaş Döviz Almaya Devam Ediyor
İki hafta önce yazmıştık. Algı yönetimi ile sadece zaman kazanabilirsiniz, eğer köklü önlemler alınmaz ise, vatandaşın döviz almaya devam edeceğini ve sonunda da sistem dışına çıkmaya başlayacağına dikkat çekmeye çalışmıştık. Bu hafta açıklanan TCMB Haftalık Bankacılık Mevduat Verileri Tablosu da açıkça gösteriyor ki, “Gerçek Kişiler”’in bankalardaki DTH’ları artmaya devam etmiş. Söz konusu verilere göre, “Gerçek Kişi” DTH’lar bir önceki haftaya oranla yaklaşık 3 Milyar USD artmış. TL Mevduatlarda ise yaklaşık 2 Milyar USD tutarında bir azalma kaydedilmiş. Sistemde yer alan Toplam Mevduatlardaki artış miktarının DTH artışı ile aynı miktarda olması şimdilik sistem dışına çıkış olmadığını gösteriyor. Ancak elbette bunun ilerleyen süreçte tersine dönebileceği ihtimalini unutmayalım.   
Türkiye’nin Risk Primi Yükseliyor
Yurtdışında işler olumsuz yönde evrildikçe, CDS olarak adlandırılan (Credit Default Swap) “bir ülkenin borçlarını ödeyememe olasılığına karşı sigorta risk primi” olarak basitçe tanımlanabilecek göstergeler de Türkiye aleyhine sürekli yükselmeye devam ediyor. Ağustos ayı başlarında 350-380 bandında gezinen Türk Tahvillerinin CDS primleri ay sonuna doğru 430’un üzerine çıktı. Üstelik bu eğilim yurtdışında yaşanan olumsuz gelişmelerden kaynaklı idi. Demek ki, yabancı yatırımcılar ülkemizi oldukça kırılgan görüyor olmalı ki bizde  bir gelişme yaşanmamasına rağmen daha da kötü fiyatlamaya başlamışlar. Bu da gösteriyor ki, daha önce dikkat çektiğimiz, TCMB operasyonları faiz indirim döngüsü vs. gibi not edilen adımlar yavaş yavaş fiyatlanıyor. CDS’lerde Venezüella ve Arjantin’in ardından ( ki bu ülkeler aslında klasmanda bile sayılmazlar) üçüncü en riskli ülke konumunda olduğumuzu hatırlatmalıyız.
Sonuç
Ticaret Savaşları ve dünyada ABD hariç resesyon endişeleri ile faizlerdeki indirimler, para sahiplerinin güvenli liman arayışlarını tetikliyor ve hem USD hem de Altın bu nedenle yükselmeye devam ediyor. AB ülkelerinde güvenli liman arayışı, işi negatif nominal faizlere kadar vardırmıştır. Böyle bir ortamda Türkiye’ye yabancı sermaye girişi olmasını beklemek iyimserliğin ötesinde bir tanımlamayı gerekli kılmaktadır kanımızca.
Erden Armağan ER
erdener1970@gmail.com