Babası işsiz kalan bir çocuğun psikolojisi!

Bankalar yüzlerce insanı işten çıkartıyor. Peki siz işten çıkartılan o kişilerin çocuklarının ne düşünüp ne hissettiğini biliyor musunuz? Hanife Serter’den çok özel bir analiz:
Bugün kendinize dert edindiğiniz şeyler asla sadece bugüne ait dertler değildir . Geçmişten gelen bir izi, bir kökü, bir tohumu vardır mutlaka.
Çocukluğumda babam bir dokuma fabrikasında işçi olarak çalışıyordu. İzmir’in hatta belki de Türkiye’nin o yıllardaki en büyük fabrikalarından birinde .
Kula mensucat fabrikası.
Bizim semtimizde birçok arkadaşımın babası ve akrabalarımızdan bazıları da aynı fabrikada çalışırdı. Sabah akşam babalar toplu halde servislere biner gider, aynı saatlerde de işten dönerlerdi. Biz de sokakta oyunlar oynayarak  onları beklerdik karşılamak için. Bazen bir gofret, bazen bir şeker, bir sakız karşılama hediyemiz olurdu. Günün en güzel saatleriydi babalarımızın eve dönüş saati. Evlerin de saat gibi işleyen bir düzeni vardı o yıllarda. Her şey rutin bir şekilde tekrarlanırdı. Kahvaltı , öğle yemeği, ikindi çayı , akşam yemeği , biraz TV izleme ve yatış. O düzen sıkıcı olduğu kadar güven ve huzur da verirdi insana. Belirsizlik hiç yok gibiydi biz çocuklar için o yıllarda…
DÜZEN BOZULDU
İlkokula gittiğim  80’li yılların başında bu düzen birdenbire bozuldu. Babam bir sabah gittiği işinden hiç beklemediğimiz bir saatte erkenden geri döndü. Boynu büküktü. “ Fabrika kapanmış ..” dedi. İflas etmiş . Maaşları, tazminatları … hiç bir şeyi ödememişler . Zaten aylardır gecikmeli, eksik, zar zor aldıkları maaşlarla geçinmekte zorlanırken şimdi birdenbire “ işsizlik “ ile tanışmıştık.
Bir ilkokul çocuğu için çok farklı sözcüklerdi bunlar. Grev, lokavt,icra, iflas, tazminat vs… Erkenden öğrenmiştim, ilginç gelmişti doğrusu. Kocaman bir fabrika nasıl birdenbire durmuş, tüm babalar işsiz kalıvermişti ? Patronlar neden buna izin vermişti ? Hadi fabrika kapandı , peki neden babalarımızın çalıştıkları günlerin maaşları ödenmemişti ? Ben okula daha yeni başlamıştım, kitap, defter, önlük , ayakkabı … Almamız gereken o kadar çok şey varken… Okulda öğretmenler sorduğunda “Babam işsiz ..” demek zorunda kalmıştım. Bunu söylemenin acısını hala içimde hissederim. Sanki benim suçummuş gibi bir eksiklik duygusuyla, okuldan istenen paraları ailemin nereden, nasıl bulacağı endişesi ile geçti o yıllarım biraz. Bir süre sonra annem incir fabrikasında ilk kez işe başlayıp kardeşlerimi bana emanet ettiğinde artık çocukluğumun tamamen bittiğini  hissetmiştim.Babam farklı işlerde çalışarak erken yaşta emekli olduktan sonra,  bizi okutmak için gece bekçiliği yapmaya başlamıştı. Kula mensucatta kalan hakları için tüm işçilerin bir avukata vekaletname vererek açtıkları davalar uzun yıllar sürdü. O parayı artık unuttuğumuz bir zamanda çok cüz’i bir değer olarak babamlara geri ödendi. Ama benim için  hala çocukluğumun en kötü kabusudur o “ işsizlik ve parasızlık “ günleri.
BANKA BATMAZ!
Yıllar sonra bankada çalışmaya başladığımda,  belki de çocukluk yıllarımın bu travması nedeniyle istihdam sağlayan firmaların işlerinin devamlılığı benim için hep çok önemli oldu. Verilen kredilerin şirketleri batırmaması gerektiğini, batan firmalarla birlikte bir çok hayatın da karardığını çocukluğunda öğrenmiş biri olarak buna çok dikkat ederdim. “Neyse ki hiç bir zaman batmayacak bir kurumda çalışıyorum”  diye de biraz bencilce de olsa içten içe şükrederdim. Koskoca bankalar da batacak ve çalışanları işten çıkaracak değildi ya… Neyse ki okuyup kendimi kurtarmış, sağlam bir kurumda da işe başlamıştım işte…
Şanslıydım…
En azından iş hayatımın ilk 10 yılında bu duyguyu ve güveni yaşadım. Sonra işten çıkarılmanın sadece “ iflasla “ olmadığını öğretti hayat . İşten çıkarıldığımı söylemekte en çok zorlandığım kişi ise hiç kuşkusuz “ babam “ oldu. Hiç bir şey söylemedi o an. Ama ben onun aklından geçenleri tahmin edebiliyordum. Yıllar öncesine gitmişti  Zar zor “ Ama tazminatlarımı verecekler baba, hakkım kalmayacak içerde ..” dedim. “ Hayırlısı olsun..” dedi. Bir daha da sormadı neden, ne oldu diye …
Babam artık çok yaşlandı. Eskileri daha da çok düşünür , hatırlar oldu. Geçenlerde bana  durduk yere şu soruyu sordu ; “Seni o kadar Ankara’larda, siyasallarda okuttuk …sen neden büyükelçi olmadın ?
O GÜÇ VAR MI?
“ Ahh baba. Benim mezun olduğumda Dışişleri Sınavına girmek için ne bekleyecek zamanım, ne sabrım , ne param ne de hatırlı bir tanıdığım vardı. Kimse de bana o yıllarda “ Sen çok iyi okullarda okudun, bu sınavlara gir mutlaka “ diye bir akıl, bir destek vermedi. Benim de aklım ermedi demek ki. Bir an önce işe girip para kazanmak istedim. Hoş Dışişleri’ne girip sınav kazanmış olsam da şimdi kim bilir hangi ücra köşelerde olurdum… Oralarda da artık işler çok değişti …” diyemedim tabii. “ Kısmet …” dedim. Sustum.
İşten çıkarıldığım gün çalışma arkadaşlarıma bir söz vermiştim; “ ben bundan sonra da sizin haklarınız için konuşmaya yazmaya devam edeceğim ..” diye. O gün şükrettiğim tek şey maddi koşullarımın çocuklarımın eğitimini , evin geçimini olumsuz etkileyecek bir durumda olmamasıydı. Olayın sadece “ maddi “ boyutu olmadığını , bunun “ manevi “ açıdan da insanı çok zorlayan, yıpratan bir süreç olduğunu bir çok kişi gibi ben de deneyimleyerek öğrendim. Yeni şeyler öğrenmek, kişiliğime uygun işlere yönelmek kısa sürede özgüvenimi besledi ve yükseltti. Ama içimdeki küçük kızın o küçük yaşta şahit olduğu, içine düştüğü  “ işsizlik travması “ beni Paramedya’nın bu mücadelesine yürekten bağlanmaya itti.
İşsiz kalan herkes için yüreğimin derininde bir acı hissederim. Haksızlıklar beni derinden yaralar, isyana sürükler . Babamın o yaşında çıkaramadığı sesi olmaya çabalarım belki de bilinçsizce . İsterim ki hiç bir çocuğun annesi , babası işten eve “ artık işsizim “ diyerek dönmesin. İsterim ki çocuklarımız “insana” gerçekten değer veren kurumlarda işe girsin. Bizlerin yaşadığı bu travmaları yıllar sonra onlar da tekrar tekrar yaşamasın. Bu işi onlara kalmadan biz çözelim isterim… Belki olmaz ama biz yine de deneyelim…