20 yıllık bankacı neden işten atılır?

Deniz Ateş yazıyor: Sokaktaki kediye bile sahip çıkan bir banka İK’cısının çocuğunun gözüyle 20 yıllık bankacıyı işten atma! Ne garip bir işiniz var…
Benim oğlumla diyaloğum kalmadı! “ Çok az“ denebilecek kadar var, “var” diyorum çünkü “ hiç yok” dediğimde ayrı yaşadığımı, bir sağlık problemi olduğunu düşünen çok oluyor. Konuşmuyor az kelime kullanıyor; evet, no, herhalde, aynen... diyor.  Bunun dışında hiç yüzünü göremiyorum, 13 yaşında oldu ama daha yüzünü göremedim, hep telefonuyla, hep suçlu gibi kafası önde yaşıyor…
Arabada gidiyoruz, 13 yaşında olsa da arka koltukta yolculuk yapıyor. Telefonum çalıyor arabadan bağlanıyorum, bu konuya dikkat ederim, ben asla araba sürerken bırakmam ellerimi direksiyondan. Konuşmalar araba içerisinde rahat duyuluyor, bir arkadaşım arıyor “bil bakalım neden aradım seni?” diyor. “Yapma ya” diyorum “sıra sana geldi demek”. Bizim işimiz böyle, şaşırmıyoruz ikimiz de, benim bilmem onu hiç şaşırtmıyor. Atılacağını o da, ben de başkası da bilir bizim sektörde. Bankacılar gizli işsizdir aslında. 
Yıllarca İK’da çalışmış olmamdan, yangın ilk çıktığında beni arar dostlarım, daha sonra aramazlar bir daha. Hayat telaşı içerisinde ne zaman karşılaşırız AVM’de  “kusura bakma”lar, “özledik”ler, “mutlaka görüşelim”ler, “oğlunu öp benim için”ler. Hiç hoşlanmam bu ard arda gelen cümlelerden, ama ben de iyi yaparım. Büyük şehirler büyüttü bizi.
İK ve Sanat ya da İK her bölgede çalışmasını yapar ses getirmesin diyerek suikast  gibi parça parça iş akitleri fesih edilir. Bölgeler bu yüzden vardır kimsenin kimseden haberi olmaması için “böl yönet“ sistemi hep işe yarar. Ben de bilirim İK’nın içini de dışını da.
Telefondaki ses ne yapacağım diye bana soruyor, ben de söylüyorum ama nerden bileyim diyemiyorum aslında. Hani adres sorarlar siz de tarif edersiniz, ama emin değilsinizdir onun gibi işte, ben atılacak kişiye ne diyebilirim ki!
Oğlum “neler oluyor?”  diyor… Konuştu! 
“Sizin ne garip işiniz var 20 yıl çalışan kişiyi neden atıyorlar?” diyor…”Sen sokaktan kedi eve alıyorsun sizin şirket, sizi atıyor doğru mu?” diye soruyor. Daha doğru ve yanlışı öğretemedim oğluma, diyaloğumuz az olması da etkili oldu tabi. “Ne yapacak arkadaşın?” diyor. “Artık işi yok! Çocukları var mı?” diye merak ediyor arkadaşımı. “Durumları iyi mi?” diye sorular devam ediyor. “Ne yapmış? Neden atılmış?” diye soruların ardı arkası kesilmiyor. 
Aynadan bakıyorum telefonu elinde değil yana bırakmış. Kısa telefon konuşması, çok akıllı telefondan daha ilgisini çeker olmuş. “ Sizinkiler de çok acımasızmış..”  diyor. Oğlum konuşuyor…
Neyse ki telefonu kapattı arkadaşım gözyaşları içerisinde, biz de evimize geldik. Kimsenin işine son vermemiş bir İK’cı olarak akşam yemeğimizi huzur içinde yiyeceğiz bu akşam. “Çocukların konuşmaması, bizim kendimize bile soramadığımız soruları sormasalardı daha iyi” diye düşünüyorum, televizyona bakarken.
Oğlum artık hiç konuşmuyor, en son cümlesi “ne zor işiniz var “ olmuştu.
Oğlumun düşündüklerini, bir  İK’cı olarak ben hiç düşünmemiştim… maç başlıyor. Neyse ki Galatasaray galip geliyor, işsizlik, hayat pahalılığından daha önemli konular var gündemimizde. Yıllar sonra yurt dışı transferlerden oluşan,  vergi vermeyen bir onbir başka bir onbiri yenmiş. Çok sarı ve kırmızı kart varmış maçta. Büyük kulüplere af çıkmış artık vergi borçları da silinecekmiş. 
Akıllı telefona dalıyorum, saatler geçmiş yorumları okurken uyuya kalmışım, yarın toplantım var, gece gene uyuyamayacağım. 
Yaşasın maçların özetlerini seyrederim gece boyunca, uykusuz gecelerin kardeşi futbol.
İşten ayrılmasam oğlumla konuşmasam farkında değildim, hayatımızın maçlar gibi anlamsız ve hızlı geçtiğinin…

Deniz Ateş