Doç.Dr. Burak Özdoğan

Para para para!

Bir sabah uyanıp işe gittiğinizde şirketiniz bundan sonra ücretleri deniz kabuklarıyla yapacağını söylese ne yaparsınız?

Hemen cevap vermeyin! Çünkü daha bitmedi, her gün alışveriş yaptığınız market de artık deniz kabuğu istiyor ekmek karşılığında, hep gittiğiniz kafe de uzun isimli sütlü kahveniz için deniz kabuğu istedi. Vale kağıt parayı aldı evet ama biraz bozuldu sanki… Keşke deniz kabuğu olsaydı dedi…

Varmak istediğim nokta aslında şu; neyin para olarak kullanılacağına nasıl karar veriyoruz?

Bu soruya kolaycı bakış açısıyla cevap vermek istersek “devlet” deyip geçebiliriz. Ancak bu çoğunlukla işe yarasa da her zaman ve her koşulda doğru kabul edebileceğimiz bir yanıt değil. 90’lı yıllarda Irak halkı bunu yaşayarak öğrenmişti. Ambargo nedeniyle İngiltere merkezli matbaadan (De La Rue) banknot kağıdı tedarik edemeyen hükumet rotayı Çin’e çevirmiş ancak iki farklı matbaanın bastığı banknotlarda kalite farkı olunca ortaya bir anda iki paralı bir ülke çıkmıştı. İlerleyen yıllarda bizzat devlet “artık eski parayı tanımayacağım” demesine rağmen beklenen olmadı… Eski para daha da değerli bir şekilde Iraklıların ceplerinde durmaya devam etti…

Para, her gün elimizden geçen toplumsal yaşantımızın temel dinamiklerinden biri. Olmazsa olmayacak kadar önemli! Peki onu ne kadar yakından tanıyoruz? Öyle ya, hayatınızda bu kadar önem taşıyan bir varlık varsa onu iyi tanıyor olmalısınız… Ancak konu paraya geldiğinde o kadar fazla eksik ve hatalı bilgiyle karşılaşıyorum ki size biraz ondan bahsetmesem olmazdı. Şu an Türkiye’nin herhangi bir yerinde hararetli bir ekonomi tartışması içerisinde “bankamatikten gıcır gıcır paralar aldım, demek ki merkez bankası para basıyor!” denildiğinden eminim! Ben de belirli aralıklarla bu cümleyi duyuyorum. Peki bu gerçekten doğru mu? Para piyasaya gıcır gıcır banknotlar yoluyla mı sürülüyor? Merkez bankaları dolaşımdaki para miktarını arttırmak istediğinde matbaaya fazla mesai mi yaptırıyor?

Elbette hayır. Öyleyse gelin ne oluyor hızlıca ve en basit haliyle açıklayalım.

Değerli dostlar bugün kullandığımız parasal sistemde para matbaada kağıtlara değil “kredi” olarak bankalarca basılıyor. Evet, parasal hacmi değiştiren husus dolaşımdaki kağıt miktarından ziyade yeni verilen borç miktarıyla alakalıdır. Burada teknik detaylarına girip sizleri akademik bir metinle baş başa bırakmak istemem ancak şu kadarını bilmemiz lazım; içinde yaşadığımız, çalıştığımız, harcama hakkını kazandığımız paranın dağılımı pek de adaletli değil. Bunu en basitiyle ekonomik hayata katılan insanları bir piramit düzeninde üçe ayırarak açıklayabiliriz. En alt kademedekiler, orta kademedekiler ve piramidin tepesi.

En alt kademedeki para kullanıcılarının finansal kurum ve hizmetlere erişimi çok kısıtlı, neredeyse hiç yoktur. Birçok Afrika ülkesinde bugün nüfusların büyük çoğunluğunun bir banka hesabı yok. Bu da demek oluyor ki alt ekonomik kademedeki insanların erişebileceği tek para, fiziksel olan! yani kağıt para. Ufacık bir kredibilitesi varsa mahallesindeki esnafa olan borçları haricinde bu kişinin bir bankadan borçlanabilme yani “gelecekteki paradan pay alabilme” hakkı yoktur. Haliyle bakiyesi de hep pozitiftir. Yani parası varsa harcar, yoksa yoktur!

Piramitin ortasındakiler hem fiziksel paraya hem de belirli bir miktar “gelecekteki paraya” erişebilme hakkına sahiptir. Bankalar bu kişilerin finansal geçmişlerine duydukları belirli bir güven sebebiyle bu kişilere ev, araba ya da çeşitli ihtiyaçlar için kredi vermeyi kabul eder. İşte tam bu nokta aslında yukarıda sözünü ettiğim paranın basıldığı noktadır. Kişi, sahip olmadığı bir miktara gelecekte ödemek koşuluyla erişme hakkı kazanır. Kazandığı bu hakkı “bugün” harcar ve sonuçta dolaşıma para sokulmuş olur. O yüzden enflasyon dönemlerinde yani varlıkların değerinin gelecekte artması beklenen zamanlarda kredi yoluyla gelecekteki paraya erişme hakkı olanlar epey avantaj kazanabilirler.

Gelelim piramidin tepesine. Yani dünyanın azınlık olan ancak servetin de çoğuna sahip olan kesimine. Sandığınızın aksine bu kesimin bakiyesi hep pozitif değildir! Nasıl yani paraları yok mu yahu! Elbette paraları var ancak fiziksel yani hali hazırda basılmış şekilde bir kasada duran veya bir banka hesabında duran paradan çok daha değerli bir paraya, “gelecekteki paraya” herkesten daha fazla erişim imkanları var.

Bugün içinde yaşadığımız, çalıştığımız ve bir yer edinmeye gayret ettiğimiz ekonomik modelde zenginlik banka hesabınızdaki parayla değil kredibilitenizle ölçülmektedir. 100 milyon dolar bakiyeniz olduğunda değil, bir telefonla 100 milyon dolar borçlanma hakkınız olduğunda gerçekten zenginsinizdir. Önümüzdeki yazılarda finansal okuryazarlık adına bugünkü paraya ve onu nasıl yönetmemiz gerektiğine dair detaylı tartışmalar yapacağız. Ancak bugün yukarıda anlattıklarımla varmak istediğim başka bir nokta var.

O nokta paranın güvenle olan ilişkisi elbette. Çünkü o gelecekteki paraya erişim hakkını size sağlayan da bir toplumun neyi para olarak kullanacağının altında yatan da güvendir. Güven olmasa ekonomik hayatımız çıkmaza girerdi. Öyleyse mesele para olunca arkasında bir yerlerde güven de olmak zorunda değil mi? Şimdilik bu ufak hususların üzerine bir düşünelim, aklımızda tutmaya çalışalım. Zira bir sonraki yazıda eğer yeni bir para yapmak isterseniz o güvene ne kadar ihtiyaç duyacağınızı açıklayarak, belki biraz da Bitcoin diyerek devam edeceğiz.

Sevgiler…