Ayhan Bülent Toptaş

Ekonomik sorunların seçim sonuçlarına etkisi neden sınırlı kaldı?

Bundan yaklaşık beş yıl önce, Recep Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildiğinde oyların yaklaşık yüzde 52,6’sını almıştı. Beş yıl sonra, geçen 14 Mayıs günü yapılan seçimde ise oyların 49,5’uğunu almış gözüküyor. Bu durum, yaklaşık yüzde 3’lük bir oy kaybına işaret ediyor. Son beş yılda hem küresel düzeyde hem de ülke düzeyinde meydana gelen olayların büyüklüğü ile karşılaştırıldığında bu fark çok az bir politik yıpranmaya işaret ediyor. 2018 Ağustos’unda Rahip Brunson krizi patlak verdi, bu bir kur krizine dönüştü, enflasyon seviyesinde ani bir yükseliş gerçekleşti. 2019 yılında yapılan mahalli seçimlerde iktidar büyükşehirlerde belediye başkanlıklarını kaybetti. Ertesi yıl başında patlak veren Covid-19 pandemisi de AKP iktidarının karşılaştığı önemli şanssızlıklardan biriydi. 2021 yılı başında ise Rusya-Ukrayna savaşı patlak verdi. Bu savaş da küresel ölçekte çok çeşitli ekonomik ve siyasal sorunlar yarattı. Özelikle ülkelerin ekonomi yönetimlerini zora soktu. Aynı yılın sonuna doğru, uyarılara rağmen TCMB tarafından başlatılan faiz indirme hamlesinin sonucunda Türkiye’de enflasyon yükselişe geçti, ülkenin ekonomik dengeleri bozuldu. Geçtiğimiz Şubat ayı başında meydana gelen Büyük Doğu Türkiye Depremi ise çok büyük bir felaketti ve iktidar için çok yıpratıcıydı.
Deprem, orman yangını, komşu ülkelerde savaş, pandemi, ülkeye mülteci akını gibi felaketler dünyanın hangi ülkesinde olursa olsun, iş başındaki hükümetler tarafından ortalama bir başarı ile göğüslense bile bunlar iktidar üzerinde ciddi derecede yıpratıcı etki yaratabilirler. AKP iktidarı bu sorunların çoğu karşısında yetersiz performans göstermiş olsa da halkın önemli bir kesiminin Erdoğan’a yönelik manevi bağlılığının sürdüğü görülüyor.
Aynı durum, AKP’nin TBMM oyları için geçerli değil. AKP’nin 2018 milletvekili seçimlerinde aldığı oy oranı yüzde 42.5 düzeyindeyken bu oran 2023’de yüzde 35.6’ya, milletvekili sayısı ise 295’ten 268’e geriledi. Bu da önemli bir gerileme ama yine de yirmi yıllık bir iktidarın metal yorgunluğu ve son beş yılda yaşanan gelişmelere bakılırsa yine de politik bir başarı gibi görülebilir.
Gelir enjeksiyonları ve kontrollü ekonomi politikasının krizsiz sürdürülmesi
Yüksek enflasyon, yoğunlaşan ekonomik sorunların üzerine gelen deprem ve onu takip eden seçimin 2002 yılında olduğu gibi bir iktidar değişimine zemin oluşturabileceği düşüncesi yaygındı. Öyle ki, seçimi muhalefetin kazanması halinde devir teslim sürecinde ortaya çıkabilecek sorunlar ya da AKP’nin iktidarı devredip devretmeyeceği üzerine tartışmalar bile gündemdeydi. İlk turun sonunda bu tartışmalar birden kesildi. Millet İttifakı adayı Kemal Kılıçdaroğlu ilk turu rakibi Recep Tayyip Erdoğan’ın yaklaşık 4,5 puan gerisinde tamamlayınca bu tartışmalar gündemden düştü.
Peki, yaşanan ekonomik sıkıntıların, özellikle hayat pahalılığının iktidar aleyhine bir rüzgar oluşturduğuna ilişkin iddialar doğru değil mi? Bu iddialar doğru olabilir. Bununla birlikte seçim sonuçlarına bakıldığında AKP’nin seçim yaklaşırken doğru bir zamanlamayla sabit ve dar gelirli kitlelere yaptığı gelir enjeksiyonlarının bu kesimler üzerindeki ekonomik sıkıntıları geçici de olsa azalttığı ve seçmen tercihlerini AKP’ye yönlendirdiği izlenimi ediniliyor. Bu konuda AKP’nin işçi, emekli, esnaf, öğrenci vb. halkın ekonomik gelişmelere daha fazla duyarlı olduğu büyük şehirlerde daha az başarılı olduğu anlaşılıyor.
Ekonomide yaşanan sorunların seçim sonuçlarına beklenenden az yansımasının bir başka nedeni de AKP’nin ekonomi yönetiminin otobanın ters yönünde ilerlerken bugüne kadar kaza yapmaması. Eylül 2021’den itibaren başlatılan faiz indirimleri ve takip eden Aralık ayında meydana gelen kur krizinden sonra iktidar bir tür kontrollü bir kur rejimi uyguladı ve bunun yarattığı olumsuz yan etkileri de piyasa ekonomisine sık sık müdahale ederek bastırmaya çalıştı. Geleneksel iktisat politikalarını dışlayan bu politikanın sürdürülebilirliğinin zorluğu ve bir kur krizinin önünü açabileceğini ileri süren pek çok endişe, yorum, değerlendirme dile getirildi. Buna karşın, şu ana kadar böyle bir yol kazası meydana gelmedi. Bu da, yolcuların bir şekilde şikayetlerinin sınırlı düzeyde kalmasına yol açtı.
Kutuplaşmanın da ekonomik performans sorunlarının iktidar aleyhine seçim sonuçlarına yansımasını yavaşlattığı ileri sürülebilir. Kutuplaşma iktidar partisine sadık kitlelerin saf değiştirmesini sınırlamakta. Bu durum kutuplaşmanın etkisindeki muhalefet seçmenleri için de geçerli. Onlar da saflarını değiştirmekten kaçınmakta. İktidar partisi bir taraftan toplumun geniş kesimlerine en azından seçim dönemi için satın alma gücü sağlayabilecek gelirler enjekte ederken, kutuplaşma doğrultusunda taraftarlarını, kendisine yakın iş adamlarını bürokratları ayrıca ödüllendirerek de ekonomik sorunların yarattığı hoşnutsuzluğu azaltabiliyor.
Millet ittifakının seçim kampanyasında ekonomik sorunları ve hayat pahalılığını ne ölçüde gündeme getirdiği de tartışılabilir. Kampanya sürecinde konunun uygun dozda ve etkili bir şekilde işlenip işlenmediği kampanya sürecinin ve uygulanan stratejilerin detaylı bir şekilde incelenmesi ile anlaşılabilir.
Diğer nedenler
Cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefetin Erdoğan’ın karşısına en güçlü rakibi çıkarıp, çıkarmadığı, kamuoyuna açıklanan bazı anketlerde Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu’nun Kemal Kılıçdaroğlu’na göre daha dişli rakipler olup olmadığı halen tartışma konusu. Aday belirlemede yapılmış olan stratejik bir hata da hayat pahalılığı-enflasyon sorununun seçmenlerin kararları üzerindeki etkisini sınırlamış olabilir.
Nihayet, bu seçimlerin adil bir rekabete sahne olduğu söylenemez. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) ve Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi yüzlerce gözlemci ile birlikte 14 Mayıs seçimlerini izledi. AKPM Heyet Başkanı Frank Schwabe’ye göre Türk demokrasisi hâlâ canlı. Seçimlere katılımın yüksek olması da bunu gösteriyor. Ancak demokratik bir seçim için gerekli temel ilkeler yerine getirilmemekte. Bazı siyasi ve toplumsal aktörler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına rağmen hapisteler. Medya özgürlüğü ciddi şekilde kısıtlanmış durumda ve bir otosansür iklimi hâkim. AGİT Kısa Dönem Gözlem Heyeti Lideri Michael Georg Link ise toplanma, örgütlenme ve ifade özgürlükleri üzerindeki kısıtlamaların devam ettiğine, bazı muhalif siyasetçi ve partilerin katılımının engellediğine, muhalefet partilerinin baskı ve sindirme girişimleri ile karşı karşıya kaldığına dikkat çekti.
İkinci turu Erdoğan’ın önde bitirmesi ve Cumhurbaşkanı olması çok yüksek bir olasılık. Buna karşın, hem Türkiye’de hem dünyada saygı gören pek çok ekonomistin Türkiye ekonomisi ile ilgili değerlendirmelerine bakıldığında Türkiye bir politikacının seçim kazanmayı isteyebileceği en son ülke gibi gözüküyor. İkinci tura günler kala yüksek enflasyon, yüksek cari açık ve yüksek bütçe açığının sürdürülmesinin mümkün olmadığına bir kriz ortamının oluştuğuna dair endişeler yeniden yoğunlaşmakta. Bu şartlarda, Türkiye’nin bir yıl sonra gerçekleşecek yerel seçimlere hangi ekonomik şartlarda gireceği ve seçmenin oy verme davranışının bu koşullardan nasıl etkileneceği de şimdiden merak konusu.