Hanife Serter

Merkez Bankası’ndaki atamalar Rüya mı Kabus mu?

Cumhuriyetin ilanının 100. yılında çok önemli bir seçim yaşadık. Özellikle son bir yılda muhalefet tarafında ön plana çıkarılan en belirgin söylem “ liyakatli kadrolarla adaletli yönetim anlayışının benimsenerek ülke sorunlarına hızla çözüm üretileceği “ vaadi idi. Bu vaat muhalefeti iktidara taşımaya yetmedi. Diğer taraftan uzun yıllardır ülkeyi yöneten mevcut Cumhurbaşkanı seçimi tekrar kazanır kazanmaz ekonomi yönetiminin başına ve Merkez Bankasına yaptığı “ göz dolduran” atamalarla “ liyakat geri geldi !” ( galiba) heyecanını yaratmayı başardı. Özellikle son günlerde , Merkez Bankası başkanının ayağı yere basan, işe siyaseti karıştırmayan (!), rasyonel temele dayanan açıklamaları ile birlikte ülke risk primi düşmeye, borsa hevesle yükselmeye başladı. Yıllardır dillerden düşmeyen “ Liyakat, liyakat, liyakat …” kelimesinin gücünü bu kısacık sürede bir kez daha yaşayarak görür gibi olduk… Bu rüya sürecek mi yoksa kabusa dönüp bir kez daha uykuları kaçıracak mı onu zaman gösterecek.

Seçim öncesi yazdığım son yazıda liyakatin “ yukarıdan aşağı tüm kadroları etkileyecek “ bir silsile halinde ( özel, tüzel ) tüm kurumlara yayılması halinde kaderimizin değişebileceğini vurgulamıştım . Ülkeyi yönetenlerin bu “ kararı” vermesinin ve uygulamasının önemi ve değeri tartışılmaz . Liyakatsiz kadroların atandıkları kurumlara ve dolayısı ile topluma verdiği zarar ise yok sayılamaz.
“Liyakat” sözcüğünü ilk gördüğüm yer ; mezunu olduğum Bornova Anadolu Lisesinin bahçesindeki Çeşmenin duvarıydı. BAL kısaltmasının “L” harfine karşılık gelen değeri “ Liyakat” olarak duvara işlenmişti. Doğrusu ilk kez gördüğüm ve anlamını bilmediğim bu Arapça kökenli sözcük o an beynime kazınmış ve bende ciddi bir merak uyandırmıştı. ( Arapça lyḳ kökünden gelen liyāḳa(t) لياقة “yakışma, layık olma” sözcüğünden alıntıdır.)
Eğitimimizin temel değerlerinden biri olan “ liyakat “in böylece hayatımız boyunca bize eşlik eden bir anlamı oldu. Önemini kavramamız ise yıllar sürdü. Okulda öğrenme ile “Yaşayarak öğrenme” arasındaki farkı bana gösteren en önemli şeylerden biri bu sözcüktür doğrusu. Bir şeyin , bir sözcüğün anlamını ve değerini bazen onun yokluğu ya da zıddı ile daha iyi kavrarsınız. Literatürde “ liyakat “ ile yönetimin zıttı “ kayırmacılık “ olarak tanımlanmış. Kendine bir şekilde ( zihniyet, cinsiyet, milliyet, memleket. ibadet vs.) daha yakın olanı diğerlerinden ayırmak yani kayırmak . Bir işi, bir görevi bir kişiye verirken eğitimi ile, yetenekleri ve tecrübeleri ile o işe yakışıp yakışmayacağını tartmak kadar, o kişinin o işi kendine “ yakışır” şekilde yapıp yapmayacağı da önemlidir. İşini layıkıyla yapabilmek çoğu zaman “ doğru olanı, doğru şekilde yapmak” olarak tanımlansa da bazen bazı şeyleri “ yapmamayı” , gerektiğinde “ itiraz edebilmeyi “. gerektiğinde “ hayır” diyebilmeyi hatta çok gerekirse “ bırakıp gidebilmeyi” de içerir.

Geçmiş yıllara, yapılan hatalara, ödenen bedellere, içine düştüğümüz çıkmazlara baktığımızda benim en çok yokluğunu hissettiğim tavır; liyakatli geçinenlerin “ hayır” diyememesi, itiraz edememesi bir şekilde koltuğa, makama ya da lidere bağlı kalmak adına gerçeği açık açık söyleyememesidir. Kayırmacı anlayışla göreve getirilenlerden bahsetmiyorum, onlar zaten işin doğasına uygun şekilde kendilerine “ yakışanı” yaparak sonuna kadar biat etme anlayışına sadık kalmışlardır. Onlardan fazlasını beklemek saflık olur. Ama bulunduğu konuma, makama “ liyakate” uygun şekilde atandığını iddia eden, bunu savunan, buna güvenenler gün gelir bunu “ yaptıkları” ile değil. “ yapmadıkları” şeylerle de ispatlamak zorunda kalabilirler . Yüksek sesle “ hayır” denmesi gereken yerde susmayı, sessizce geçiştirmeyi tercih edenler sadece yaptıkları işe, sorumlu oldukları topluma değil, kendilerine de ihanet etmiş olurlar. İnsanın kendi varlığına, kişiliğine, değerlerine ihaneti ise ihanetlerin en büyüğü ve en affedilmezidir. İnsan en zor kendini affeder.

Arapça lyk kökünden türeyen liyakat, “layık olma” hali demişken; şu sözü de anmadan bitirmeyelim. “Toplumlar layık oldukları şekilde yönetilirler.”
Apartmanınızda, mahallenizde, ilçenizde, ilinizde, iş yerinizde, derneğinizde, partinizde vs. sizi yönetenler her kimse, sizin ait olduğumuz topluluğun layık olduğu yönetici profili odur. Onları değiştirmek için öncelikle kendinizi değiştirmeniz gerekir. Eleştirmek kolay, yapmak ise zordur.