Soner Gökten

Merkez Bankası Yol Ayrımında: Nisan Ayı Çok Önemli!

Seçime kalmış 10 gün…
Genel beklenti Merkez Bankası’nın cesaretsiz davranacağı,
Yapılması gerekeni yapmayacağı yönündeydi.

‘Döviz alın’ diyenler, devalüasyon naraları atanlara inat hep söyledim…
Dolar’da reel artış (altını çiziyorum nominal değil reel artış!) enflasyonu patlatır ve enflasyonla olan tüm mücadeleyi çöpe atar!
Bu yüzden faizler artacak, başka yol yok diye!

Lakin ben de bu silahın seçim sonrası sert bir şekilde çekileceğini düşünüyordum. Belki de Nisan Ayında takvime alınmış toplantı beklenmeden, öncesinde, olağanüstü bir toplantıyla yapılabilir diyordum.
Faiz kararından bir gün önce Karıncalar TV’de bu beklentimi açıklarken şunu da belirttim: Keşke Merkez Bankası seçimlerden önce faiz artırımını yapsa. Dünyaya bağımsızım mesajını net olarak verir!
Öyle de oldu.
Merkez Bankası itibarını geri kazanma yolunda çok büyük ve önemli bir adım attı!
Haliyle ALKIŞLADIM, heyecanla ve büyük bir mutlulukla TEBRİK ETTİM.

Ne yapacaktım?
Doğruya doğru dememek aldığımız eğitimi, tecrübemizi yok saymak anlamına gelmez mi?
Faiz artışı sonrasında bazı yorumları gördükçe Türkiye İktisadi çevresinin bir bölümünün adeta sahnelenen bir tür komedya halini aldığını anlıyorum ve üzülüyorum…

Mesela faiz artışının sıkışmışlıktan, kur atakları nedeniyle çaresizce yapıldığını söyleyenler var. Enteresan gerçekten. Ne yapılacaktı? Faiz zaten bu yüzden artırıldı! Yapılmasa mıydı?

Veya neymiş; Merkez Bankası faiz artırarak aklıselimden uzaklaşmışmış. Faiz artırımı dış finans çevrelerine ‘batıyoruz, imdat!’ mesajı vermek anlamına geliyormuş. Yahu, ne diyeceğimi bilemiyorum. Paraya sahip olan dış finans çevreleri de finansal okuryazar cahili öyle mi?

Bir başka görüşe göreyse (ki yukarıdakilere göre ayağı yere basan bir görüş olduğunu vurgulayayım) madem Merkez Bankası faiz artıracaktı 20 milyar Dolar’ı neden yaktı diye soruldu. Öncelikle belirtmem gerekir ki ‘yakma’ kelimesi finansal olarak bir malı ucuzdan vermek anlamı taşır. Yani, yakmanın karşılığı finansal zarardır. Kur 8 TL iken başlanılan ve satılan Dolar’lar bu anlamda kavramın tam yerinde kullanılmasına örnektir. Negatif faiz ortamında Dolar ucuza satılmış ve yerine koyulduğunda zarar edilmiş olacaktır. Lakin bu süreçte, şayet Merkez Bankası dirayetini kaybetmezse; Dolar reel olarak değer kaybedeceğinden satılanlar reel olarak daha ucuzdan yerine konabilecektir. Eğer böyle olursa ortada yakma değil; finansal kar söz konusu olacaktır.

Açıkça belirteyim…
Zamanında faiz indirimlerini sosyal ve siyasi konum saikiyle kör göz savunan yorumlar ile Merkez Bankası’nın dünkü kararının eleştirilmesi adına yapılan zorlama yorumlar tarz olarak benzerdir.
Işık aynı, mumun rengi farklıdır.
Merkez Bankası’nı bağımsız olmamakla suçlayanlar; bağımsızlık yönündeki hamlesine eleştiri getirerek kendileriyle çelişmişlerdir.

Bunları Merkez Bankası’nı en çok eleştirenlerden biri olarak söylüyorum.
Hatta yakın zaman zarfında değme iktisatçılar Hafize Gaye Erkan’ı yere göğe koyamazlarken,
‘Artık pozitifiz’ diyerek tebrik ediyorlarken,
Faiz artırımlarının geriden koştuğunu, yetersiz olduğunu, Hafize Hanımın çok hatalı şekilde faiz indirimlerini dillendirdiğini net olarak ifade etmiş ve eleştirmiş olan ben; bugün altını çizerek Merkez Bankası’nı hür vicdanımla ve iktisat bilimi ışığında tebrik ediyorum.

Değerli okurlar,
Paramedya’da defalarca yazdım ve Karıncalar TV’de fazlasıyla dillendirdim.
O yüzden işin teknik boyutuna detaylı eğilmeden birkaç kelam ederek Merkez Bankası’nın artık dönülmez bir YOL AYRIMINDA olduğunu vurgulamak isterim.

Öncelikle,
‘Enflasyonla mücadele’ ile ‘ekonomik kalkınma’ birbiriyle ilişkili ancak vade olarak birbirinden farklı kurgulanan hedeflerdir.
Enflasyonla mücadele yani fiyat istikrarı ağırlıklı olarak ‘para politikası’ uhdesinde KISA VADELİ kararlarla şekillenir. Yani çok basitçe faizle talebi kısar, dolarizasyonu önler ve takiben vergi ve diğer politika araçlarıyla miktarsal sıkılaşma (para arzındaki büyümenin kesilmesi) yaratırsanız mekanik olarak enflasyon düşer.
İşte bu bahisle enflasyonu düşürebilir lakin ekonomik kalkınma yaratamayabilirsiniz.
Çünkü ekonomik kalkınma kaynakların etkin dağılımı, eğitim yani beşeri sermaye gelişimi, girişimcilik, yenilikçilik, demokrasi gibi birçok unsurun (kurumsal kalite bileşenleri) sonucunda cereyan eden orta-uzun vadeli bir politika setine dayanır.
Hiç şüphesiz ki, ekonomik kalkınma için yapısal reformlar olmazsa olmazdır.
Lakin biz şu anda işin enflasyonla mücadele kısmındayız ki; bu henüz olayın başında olduğumuzu ortaya koyar.
Gönül, her iki amaca yönelik hamlelerin eşgüdümlü olarak yapılmasını tabi ki ister lakin ekonomik kalkınma eksiklikleri nedeniyle Merkez Bankası tek başına eleştirilemez.
Görev çerçevesi ve kendisinden beklenenler net olarak bellidir.

Mayıs ayında %70-75 civarında zirveye ulaşacak bir enflasyon göreceğiz.
Sonrasında baz etkisinin ivmelendirmesiyle yani matematiksel destek ile enflasyonda düşüş süreci başlayacak.
Artık, %36’lık enflasyon hedefinin gerçekleşmeyeceği net olarak görünüyor.
Yılı aşağı yukarı %50 civarında bir enflasyonla bitireceğimiz yüksek ihtimal olarak masadaki yerini almış vaziyette.
Koridor genişlemesiyle birlikte %53’lük bir politika faizi silahına kavuşmuş durumdayız.
Bileşikte %65 konuşuyoruz.

Dolarizasyonu kırmak, Liralaşmayı özendirmek, yabancı fonları çekmek, rezervi artırmak, miktarsal sıkılaşmayı başarmak kısacası enflasyonla savaşı kazanmak için bu sefer Merkez Bankası arkadan koşmamalı.
ÖNDEN YÜKLEMELİ!

İşte bu nedenle Nisan ayı çok kritik.
Şayet Merkez Bankası seçim sonrası bir kez daha faiz artırımına gider ve koridor genişlemesinin etkisiyle politika faizlerini %60 civarına çıkarırsa; enflasyonla savaşı kazanacağını net olarak cümle âleme ilan eder.
Aksi takdirde yüksek bir risk alır; faiz-kur-enflasyon sarmalı devam edebilir.

Kısacası Merkez bankası yol ayrımında.
Açıkçası, metne yer teşkil eden şahin tarz beni fazlasıyla umutlandırdı.
Tabi ki yeşeren bu umut, Mehmet Şimşek’in görevine devam etmesine ve Merkez Bankası politikalarının siyasi söylemlerle yıpratılmamasına bağımlı.

Hele bunlar bir olsun,
İşte o zaman yabancı gelecek mi diye değil; yabancı ne kadar duracak diye düşünmeye başlayabiliriz.
İşte o zaman, enflasyonu bir kenara koyup ekonomik kalkınma için ne yapılmalı diye konuşmaya başlayabileceğiz.

Sevgi ve vicdanla kalın…
Doç. Dr. Soner GÖKTEN