Bankacının bittiği o an!

Hanife Serter, on binlerce bankacının ortak sancısını yazdı. Bankacının çaresiz bir müşteri karşısındaki vicdan muhakemesi.
Meslekle, kariyerle, çalışma hayatı ile ilgili tüm yazılarda, tüm eğitimlerde illa ki lafı geçer .
Yaptığı işteki ” anlamı” bulan kişi mutlu olur, başarılı olur, motive olur derler.  
Sevdiğin işi yapamıyorsan, yaptığın işi sev diye akıl verirler.
Yaptığın işten başka bir iş bulamayacağına, bulsan da bundan iyi olmayacağına inanırsan bu sözlere tutunur, işinin ve çalıştığın yerin, kurumun iyi taraflarını bulmaya, görmeye çalışırsın. Çok zorlarsan mutlaka başarırsın da. Her şeyi ile kötü olacak değil ya, vardır mutlaka her işin, her işyerinin iyi bir tarafı. O tarafından tutunmaya çalışıp , çalışırsın gözün kapalı. 
Bankacılıkta da öyledir. Ya markanı seversin, ya şubeni, ya çalışma arkadaşlarını ya müşterilerini.
Ay sonu düzenli yatan maaşını seversin, çift ikramiyeni, sağlık güvenceni, sana kek yapıp getiren müşterini, çocuğun hastayken “ sen bugün erken çık” diyen yöneticini, arkanı toplayan iş arkadaşını. Bulursun yani, illa ki vardır sevilecek bir yeri.
En zor zamanlarda onları düşünüp dayanırsın. Yaptığın işte de bir anlam bulmaya çalışırsın.
Parasına para katan, yatırdığı parayı fazlasıyla geri alan müşteri memnun olup, yüzü gülünce kazandırdım diye sevinirsin . Bilirsin ki bankan da kazanmıştır bu işten, herkes memnunsa sorun yoktur .
Esnafa, tüccara, sanayiciye, memura ihtiyacını karşılayacağı ya da iyi bir yatırım yapacağı doğru bir kredi verdiysen yine mutlu olursun. Ekonomiye katkıdır sonuçta . Dosyasını, faizini , komisyonunu, sigortasını tek tek anlatır, el sıkışır, satarsın bankanın topladığı parayı.
SİSTEM UYUMAZ!
Banka kazanır, müşteri istediğini alacağı için razıdır. İçin rahat, işimi yaptım diye düşünerek evine gidersin . Ama öyle sabahlar olur ki, işte o sabahlarda ne anlam kalır, ne rahatlık, ne de huzur.. O sabahlar, şube telefonunun acı acı çalıp da açar açmaz müşterinin sana patladığı sabahlardır.
Sen uyurken, o uyurken, herkes uyurken sistem uyumamış ve çalışmıştır.
Hesabında para bulduğu müşterilerden çeşitli sebeplerle , çeşitli tutarlarda , çeşitli isimler altında alabildiği kadar ücreti almıştır.
Kredi tahsis ücreti olur, hesap işletim ücreti olur..adı artık her neyse, o gece sistemin içinden ne geldiyse. Devre sonu , yıl sonu, ay sonu her hangi bir bilanço döneminde,  
Bankacılık Hizmet Gelirleri’nin arttırılması gerektiği emri her nerden geldiyse gelmiş, işlem olup bitmiştir.  O yüzüne baktığın, güven verdiğin, işini yaptığın, gülerek şubeden uğurladığın müşterin öyle bir hışımla geri döner ki, ne yapacağını şaşırırsın. ” Bize bunu söylememiştiniz ama” diyerek başlarlar söze. Artık arkasından neler neler gelir hiç söylemeyeyim. Hayal gücünüze kalsın. İşte o an, işin en ” anlamsız” geldiği, kendini adeta bir hırsız ya da hırsıza suç ortaklığı, gözcülük yapmış bir yancı gibi hissettiğin kötü bir andır. Çünkü gerçekten konudan bi’habersindir. Kimse lütfedip de sana bilgi vermemiştir. Ama elbette konu hakkında açıklama yapması, bunun banka için ne kadar ” haklı” bir kazanç olduğunu müşteriye anlatması, ikna etmesi gereken yegane insan sensindir. Genel Müdürlük’te telefonun bir ucunda derdini anlatmaya çalıştığın kişi soğuk bir tonda ” alacağız tabii , tüm bankalar alıyor, iade filan yok” diye kestirip attığında artık koca arenada kızgın bir boğa ile tamamen baş başasındır. 
ÇARESİZ MÜŞTERİ YIKAR SENİ
Ama bazen bundan daha kötüsü de vardır. Karşındaki kişi kızgın değil de üzgün ve çaresiz olduğunda yıkılırsın asıl. 20.000 TL .’lik ticari kredi verdiğin bir minübüs şoförü gelip de , “hesaptan 700 TL. kesilmiş abla, kredi tahsis ücreti miymiş neymiş. Ben krediyi çekeli aylar oldu, ödedim bitti, bu nerden çıktı şimdi.. Yok yani önemli değil ama, çocuklara söz vermiştim, kurbanlık alacaktım onunla bu bayramda, boynu bükük kalmasınlar istediydim..” diye  sitem ettiğinde tutulur dilin.
Ne diyeceğini bilemezsin. “Benim burda ne işim var şimdi, kime, neye hizmet ediyorum, ne için çalışıyorum ?” diye kendine sorup sorup cevapsız kaldığın anlardır onlar. Olur yani öyle sabahlar. Yaşanır. Geçer, gider.. Bir dahaki sabaha kadar unutursun hatta. Gerektiğinde savunursun da, ” alacağız tabii, her banka alıyor, suç mu ?” diye …
Herkesin aynı anda aynı suçu işlediği yerde, suç suç olmaktan çıkmış mıdır artık ? Düşünmezsin bile.. Sadece derin bir iç sıkıntısı kalır geriye. Anlamsızca yaşarsın. Bir gün yine biri gelip de sana ” Yaptığın işteki anlamı bul.” dediğinde …artık sadece acı acı bakarsın. 

Not:  Yazıda geçen minübüs şöförü hikayesi gerçektir. Bu duygusunu benimle paylaşarak bu yazıyı yazmama vesile olan bankacı arkadaşa ( adını ben de bilmiyorum ) teşekkür ederim.