Deprem acıları kimin takdiri

Hanife Serter yazıyor:  İzmir’de yaşanan felaketi takdir-i ilahi diyip geçemeyiz. Hiç bir ilah aklı olan varlıklar için böyle bir acıyı takdir etmiş olamaz çünkü. Bu acılar biraz da takdir-i insan eseri. Önce bunu bir kabul edelim.
Doğma büyüme İzmir’liyim ben. Çocukluğumuzdan beri deprem gerçeği ile büyüdük biz . “İzmir fay hattı üzerinde, büyük ve yıkıcı depremler olabilir.” gerçeğini ilkokulda öğrendiğimde çok korktuğumu ve şaşırdığımı hatırlıyorum.
Derslerde depremde sıraların masaların altına nasıl saklanmamız gerektiği, sonra da panik olmadan sırayla nasıl dışarı çıkacağımız anlatılırdı sık sık, hatta bir keresinde de tatbikatını yapmıştık. O tatbikatı hiç unutmam, hafızamda kayıtlıdır. Defalarca deprem yaşadık. Depremden değil binalardan korkmamız gerektiğini bildik hep. Yaşadığım yerlerde de, çalıştığım binalarda da sorguladığım bir konu oldu bu, “ hayatımın büyük bölümünü geçirdiğim bu alanda yeterince güvende miyim ?”
İş yerimi seçemezdim ama evim için seçimimi sağlam zeminli ( yüksek yer, Kaya üstü vs.)  , deprem yönetmeliklerine uygun şekilde inşa edilmiş yeni binalardan yana kullandım. Kabuslarımda bile genellikle büyük bir yer sarsıntısı ile toprağın ayağımın altından kaydığını, evimin kumdan bir kale gibi eriyerek bir yöne aktığını görürüm çünkü. Ve üç gün önce tam da bu korku ile bir kez daha yüzleştim . Çok şükür evimizde en ufak bir çatlak, bir kırık, dökük olmadan atlattık.
Farklı farklı yerlerde, binalarda defalarca deprem yaşadım ama bu şehirde bu kadar yıkıcı olanı ilk kez görüyoruz . Ve son kez olur umarım.
Deprem konusunu kökünden çözmüş bir ülke olan Japonya’ya bir çok konuda olduğu gibi bu konuda da hayranlık duyarım çocukluğumdan beri. Kendilerini koruma şekilleri, bilinçleri, disiplinleri, önlemleri çok zekice gelir bana. Belki defalarca aynı acıyı yaşaya yaşaya kültürlerine işlemiştir bu tedbirli , disiplinli yaşam şekli. Peki ya biz bunca acıyı yaşaya yaşaya, göre göre yine de nasıl olur da bu işi çözemeyiz ?
Bundan bir kaç yıl önce okuduğum şu haber geldi aklıma ;
“ İzmit Körfezi’nde yapımı süren asma köprünün taşıyıcı halatının kopmasından kendisini sorumlu tutan Japon mühendis Ryoichi Kishi, “Sorumluluk benim” yazılı not bırakarak hayatına son verdi..”
Ne trajedi ama değil mi ? Nasıl bir sorumluluk duygusu, nasıl bir ahlak anlayışı, nasıl ağır bir özeleştiri, bir yargılama, bir infaz hali. Bunun onda biri bizde olsa bize yeterdi . Ama  ne yazık ki yok.
Diyeceğim o ki, her şeyin başı sorumluluklara sahip çıkmak, kurallardan taviz vermemek, insan hayatına değer vermek, önem vermek, uyanık geçinmemek, kısa vadeli çıkarlara, gösterişe kapılıp önemli ve değerli olanı gözden kaçırmamak. Kendi tedbirlerini tam olarak almak. Başkalarının yaşam hakkına saygı duymak. İşini iyi yapmak. İçin rahat uyumak…
Şimdi İzmir’de binlerce kişi uykusuz, yorgun, yıkık. Kendi başımıza gelmese de eşimiz, dostumuz, tanıdıklarımız, tanımadıklarımız için gönlümüz kırık. Elbette dayanışma ile yaraları saracağız , bunu da el birliği ile atlatacağız . Ateşin düştüğü yerler cayır cayır yanarken elbette biz de rahat uyuyamayacağız ama ya sonra ? Bunları başka bir zaman başka bir yerde aynı şekilde yaşamamak için gerekli iradeyi, kararlılığı, disiplini gösterebilecek miyiz milletçe ? Önce bu soruya samimiyetle cevap verelim. Sonra da şu “takdir-i ilahi “ inancımızı bir daha sorgulayıp didik didik edelim . Hiç bir ilah aklı olan varlıklar için böyle bir acıyı takdir etmiş olamaz çünkü. Bu acılar biraz da takdir-i insan eseri. Önce bunu bir kabul edelim.
Geçmiş olsun İzmir. Allah hepimize bu acıları atlatacak sabrı ve bir daha yaşatmayacak aklı ve vicdanı versin.